Skip to content

Sombahar Kültür Sanat Ortamı

  • ANASAYFA
  • YAZARLAR
  • ANI
  • DENEME
  • GEZİ
  • KİTAP
  • ÖYKÜ
  • ŞİİR
  • Yazı Gönder
  • Toggle search form

Ne Zaman Ankara’ya Yolum Düşse…

Posted on Temmuz 6, 2022Ağustos 9, 2022 By Salim Çetin Yorum yok Ne Zaman Ankara’ya Yolum Düşse…
Salim Çetin
      Salim Çetin

1980’lerin Ankara’sı benim için Kızılay, Ulus ve Rüzgarlı Sokak üçgeninde doyumsuz bir şehirdi. Kızılay’da kitapçılar, Mülkiye’nin bahçesi, Ast’ın olduğu tiyatro ve tabii ki TÖB-DER merkezinin bulunduğu Demirkapı’daki öğretmenlerin buluştuğu lokal…

Bir de tabii Emek’teki Basın Yayı Yüksek Okulu vardı. Saat 13:00’de eğitim görevim bitince, Yenimahalle Yetiştirme Yurdu’ndan oraya da koşar adım giderdim. 1981’de bu okulu bitirdiğimde 1980 Askeri darbe olmuş, YÖK devreye girmişti bile.

Darbeden sonra birden hayatın ritmi değişmiş, Cuntanın tutuklamaları başlamıştı.
Bir gün önce gördüğünüz arkadaşınız ertesi gün kayıplara karışıyor, haftalarca ve hatta aylarca haber alamadığınız oluyordu. Sonra öyle olağan bir hal oldu ki polise düşmeyen, DAL şubesinden geçip kendini Mamak’ta bulmayan kalmadı gibi.

Aynı mahallede oturduğumuz arkadaşımızın gece yarısı polis tarafından götürüldüğü, diğer arkadaşlarının arandığı haberleri nerdeyse artık olağan bir duruma dönüşmüştü. Bu furyadan, benim de içinde olduğum Birlik Dayanışma grubu da nasibini almış, onlarca arkadaş gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.
Derler ya faşizm uygulamaları her yerde aynı diye, geçen gün yazar İsabel Allende, ( Şili’de 1973’de faşist Pinoche taraftarlarınca öldürülen Salvador Allende’nin yeğeni.) Cumhuriyet Dergi’deki söyleşisinde, o tarihte Şili’de olanları anlatırken nasıl da bizimkine benziyor, dedim kendi kendime.

Allende, “…İlk gün çok ürkütücüydü, çünkü çok beklenmedikti. Helikopterler, sarayın bombalanması, ateş açılması, kitapların yakılması, insanların tutuklanması ve kamyonlara tıkıştırılmaları. Bunların hepsi korkunçtu.” Diyordu o söyleşide. Ben de anımsıyorum, 1980’nin ilk saatlerini ilk aylarını… Şili’den farkımız yoktu nerdeyse. Sadece burada Çankaya Köşkü bombalanmıyor, ya da Cunta’ya direnecek bir yürekli politikacı çıkmıyordu.
Fark buydu ama bu da az şey değildi ki. Gerçi Demirel, Ecevit ve diğer liderler tutuklanmadı değil, ama bu o kadar pasif ve karşı koymayan bir tavırdı ki, Cunta’nın umurunda bile değildi. Cunta kafasına koymuştu, her demokratik örgütlenmeyi, bu yapılar içinde yer alanları düşman, yasa dışı sayıyor, bunların hepsini içeri tıkmayı istiyordu. Bunu da her gün yapılan baskınlar, tutuklanmalarla ortaya koyuyordu.

Oturduğumuz Basın Sitesi semtinden gece yarıları geçen cemseler, askeri konvoylar, siren çalmadan baskına giden polis arabaları nerdeyse gecenin kasvetini tamamlayan bir korku oyunu gibiydi. Bizler bu seslerden hayra alamet iyi şeylerin olmadığını anlıyorduk.

Aylar ilerledikçe, cunta hazırlıklarını biraz daha tamamlamış olmalı ki insan avı daha çoğaldı, tutuklananların sayısına artık yetişemez olduk. Gece geçen cemseler arttı, Mamak’tan gelen işkence haberleri, Emniyetin Dal Şubesi’nden geçen insan sayısındaki artışla dilden dile dolaşan hikâyeler çoğaldı. Nerdeyse benim birlikte çalıştığımız gruptan tutuklanmayan kalmamış gibiydi. Kalanlar da adres değiştirip kaçak konuma düşenlerdi. Bunlardan biri de bendim. Yıllarca çalışıp kazandığım öğretmenlik mesleğim beşinci yılında ülkenin kötü ve demokrasi dışı yönetilmesinin ceremesini çekiyor ve ben hiçbir güvence olmadan mesleği bırakmak zorunda kalıyordum.

Onlarca öğretmen ve yönetici olan arkadaşım o dönem yürürlükte olan 141 ve 142 maddelerden dolayı dörder, beşer yıl hapis yattı, çoğu işinden oldu. Hatta bazıları eşlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü polis arama işini o kadar ileri götürmüştü ki evlere pusu kuruluyor, gelen giden şubeye götürülerek bilgi alınıyordu. Bu da aileler üzerinde muazzam bir baskıydı sonuçta. Tam bir insan avı günleri yaşanıyordu.

**

Peki, sonra ne oldu? Rakamları biliyorsunuz altı yüz bin insan tutuklandı, elliden fazla insan idam edildi, binlerce insan işinden edildi. Üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçti. Bu gün her şey daha iyi oldu diyebilir misiniz?

Bu büyük plan sonlandı, pek çok demokratik çalışmayı suç sayan yasalar kalktı ve o beş yıl yatanlar devletten alacaklı oldu. O gün Komünist Parti’den, başkaca demokratik örgütlerden korkanlar demokrasi olgusu içinde bunların olduğunu gördü. Şiddete bulaşmamış her siyasi etkinliğin belli kurallar içinde olması gerektiği gerçeği ortaya çıktı.

Biz işimizi gücümüzü bırakanlar türlü badireler atlattıktan sonra bir şekilde işlerimize döndü veya benim gibi başka işlere başladı. Mesela benim belediyede çalışmam tümüyle bu darbenin marifetidir. Bu arada 1982’de bütün o hercü merç içinde İletişim Fakültesini bitirmiş oldum. ( Girdiğim Yıl 1978’de Basın Yayı Yüksek Okulu İdi.)

Şimdi Ankara’ya gittiğimde gene Kızılay’a gidiyorum, Mülkiye’nin bahçesine özlemle bakıyorum. Sakarya Caddesi’nde birahaneleri, kitapevlerini gözüm arıyor. En çok da Selahattin Koçak’la yürürken “.. ana caddeden gitmeyelim polis görür!” Deyişimizdeki ‘profesyonel kaçak’(!) tavrımız aklıma geliyor ve kendi kendime gülmeye başlıyorum. Ne kadar naif duygulara sahipmişiz…

Ne dersek diyelim Ankara bizim gibi insanlar için bagajımızın yarısı demektir; ilk devrim rüyalarımızın görüldüğü yer, ilk aşklarımızın yaşandığı şehir, ilk üniversite, ilk siyasi faaliyet denemelerimizin ana beşiğiydi bu şehir…

Şimdi Kızılay’dan Ulus’a yürümek, ya da akşam Ast’ın bir oyunu için Demirkapı semtinde beklemek, sabahın hafif serinliğinde Basın Sitesi’ne giden dolmuşa binmek…Oradan çoğu geceler polis arabası geldi mi, gelmedi mi diye kulak kabarttığımız ve bu yüzden uykumuzun çoğunu heba ettiğimiz o güzel evimize varmak, oraya sığınmak…
Demişler ya hayatımız unuttuklarımız ve hatırladıklarımızın toplamıdır diye. Şöyle bir tuşa bastık şimdilik hatırladıklarımız bunlar oldu. Ankara benim için hep güzel bir yerde duran, devrim düşlerinin şehridir. Dostlarla, arkadaşlarla her şartta yardımlaşmanın, kimseye ihanet etmemenin, yoldaşça dayanışmanın şehri aynı zamanda.

Her ne kadar her an polise düşüp işkencelere maruz kalacağım günleri aylarca yaşamış olsam da…

  • About
  • Latest Posts
Salim Çetin
Latest posts by Salim Çetin (see all)
  • Ne Zaman Ankara’ya Yolum Düşse… - Temmuz 6, 2022
  • Yolculukta Kendimizi mi Arıyoruz? - Haziran 29, 2022
  • Yaz Gelince Okunacak Kitaplar… - Haziran 22, 2022
ANI

Yazı dolaşımı

Previous Post: “Kamyonlar Kavun Taşır Ve Ben…”
Next Post: Hantal, Beceriksiz, Acemi ve Mahcup Martin Eden

Related Posts

“GEÇTİ Mİ GEÇEN GÜNLER” ANI
MUSTAFA EKMEKÇİ: “EKMEK ADAM” ANI
ALÇAKGÖNÜLLÜ BİR “ESKİ TÜFEK”: HAMDİ KONUR ANI
DÜNDEN BUGÜNE BENİM FADİME’LERİM ANI
BASINDAKİ İLK USTAM ÖMER TURAN EYUBOĞLU BASINDAKİ İLK USTAM ÖMER TURAN EYUBOĞLU ANI
YİTENLER, KALANLAR, BİR DE ÖTEKİLER ANI

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Recent Posts

  • Hazır Kitap Özetleri Ne İşe Yarar?
  • Hazır Bayramlık Ağzımı Açmışken
  • Hantal, Beceriksiz, Acemi ve Mahcup Martin Eden
  • Ne Zaman Ankara’ya Yolum Düşse…
  • “Kamyonlar Kavun Taşır Ve Ben…”

Recent Comments

  1. Salim cetin - Masamda Bir Kitap, İki Dergi
  2. Mahir Gürşahbaz - Yazma Serüveni, Mezun Vermeyen Okul
  3. Hicran - Yazma Serüveni, Mezun Vermeyen Okul
  4. Aydoğan Yavaşlı - Utkular ve Tutkular
  5. Abdullah Genç - Utkular ve Tutkular

Archives

  • Temmuz 2022
  • Haziran 2022
  • Mayıs 2022
  • Nisan 2022
  • Mart 2022
  • Şubat 2022
  • Ocak 2022
  • Aralık 2021
  • Kasım 2021
  • Ekim 2021
  • Eylül 2021
  • Ağustos 2021
  • Temmuz 2021
  • Haziran 2021
  • Mayıs 2021
  • Nisan 2021
  • Mart 2021
  • Şubat 2021
  • Ocak 2021
  • Aralık 2020
  • Kasım 2020
  • Ekim 2020
  • Eylül 2020
  • Ağustos 2020
  • Temmuz 2020
  • Haziran 2020
  • Mayıs 2020
  • Nisan 2020
  • Mart 2020
  • Ocak 2020
  • Kasım 2019
  • Ekim 2019
  • Ağustos 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Şubat 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Eylül 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Temmuz 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012
  • Şubat 2012
  • Ocak 2012
  • Aralık 2011
  • Kasım 2011
  • Ekim 2011
  • Eylül 2011
  • Ağustos 2011
  • Temmuz 2011
  • Haziran 2011
  • Mayıs 2011
  • Nisan 2011
  • Mart 2011
  • Şubat 2011
  • Ocak 2011
  • Aralık 2010
  • Kasım 2010
  • Ekim 2010
  • Eylül 2010
  • Ağustos 2010
  • Temmuz 2010
  • Haziran 2010
  • Mayıs 2010
  • Nisan 2010
  • Ocak 2010
  • Ekim 2009
  • Eylül 2009
  • Temmuz 2009
  • Mayıs 2009
  • Şubat 2009
  • Ocak 2009
  • Kasım 2008
  • Ekim 2008

Categories

  • ANI
  • DENEME
  • DOSYA
  • Eski
  • GEZİ
  • GÜNLÜK
  • KANAT ÇIRPANLAR
  • KISACA
  • KİTAPLAR
  • Kültür Sanat Haberleri
  • MEKTUP
  • ÖYKÜ
  • ŞİİR
  • SİNEMA
  • SÖYLEŞİ
  • TİYATRO
  • YAŞAM

Copyright © 2022 Sombahar Kültür Sanat Ortamı.

Powered by PressBook Grid Blogs theme